Kirkbirinci Hutbe

اندرز

*

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ آوَوا وَّنَصَرُوا أُولَٰئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا

 لَّهُم مَّغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ

وَقَالَ رَسُولُ صلَّى الله عَلَيهِ وَسَلَّم

اِن كُنت صائِماً بعد رمضان فصُمِ المُحرّم فَاِنّهُ شَهرُ الله

Muhterem Müminler!

İnsanlık, kötülükler, ahlâksızlıklar, hurafeler, düşmanlıklar ve putperestlikler içinde kıvranıyordu. İçki, kumar, faiz, hırsızlık, arsızlık ve hayasızlık bütün cihanı sarmıştı. Kin, iftira ve kan da’vaları almış yürümüştü. Yetimlerin, kimsesizlerin, güçsüzlerin malları ellerinden zorla alınıyordu. Zulüm ve işkenceden zevk duyuluyor, esirler diri diri yakılıyordu. Kadın bir ticaret malı gibi alınıp satılıyordu. Kız çocukları canlı canlı toprağa gömülüyordu. Her yer putlarla doluydu. Kısaca, insanlık yanıyordu, kavruluyordu, yıkılıyordu, çöküyordu. Ve bir kurtarıcı bekliyordu insanlık. Bir şifa arıyordu. Bir nura, bir dîne hasretti.

İşte, böyle korkunç felâketler içinde çırpınan insanlığa, M. 610 senesinde Yüce Rabbimiz tarafından beklediği kurtarıcı gönderildi. O kurtarıcı, Şanlı Peygamberimiz, biricik sevgilimiz Allah Resûlü idi. İnsanlık, aradığı şifaya, hasret olduğu nura ve dîne kavuştu. O şifa, o nur, Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerîm’di. O din, Allah lisanı ile “Islâm”dı. (İmran, 19).

Bu bakımdan, bugün de aynı felâketler içine yuvarlanmış bulunan insanlığın, kurtuluşu için tek çare; Aşk-ı Muhammedî ile dirilmek, Nur-u Kur’an ile aydınlanmak, Fecr-i İslâm ile silkinmek ve kısaca Allah’ın rızasına giden yola dönmektir. Başka çare yoktur.

Aziz Müminler!

Şerefli dînimiz İslâm’ın, bu diriltici, bu kurtarıcı, bu karanlıkları aydınlatıcı sabahından rahatsız olan müşrikler, müslüman olanlara vicdanların kabul etmeyeceği işkence ve eziyetleri yapmaya başladılar. İslâm güneşi ile aydınlanan gönüller çoğaldıkça, işkence ve eziyetler de artıyordu. Müslümanlar, bu eziyet ve işkencelere, insanlık tarihinde eşine rastlanamayacak bir îmanla, sabırla ve azimle göğüs geriyorlardı. Çünkü, onların nazarında ne can, ne mal ve ne de servet vardı. Onlar için var olan, var olması gereken tek şey İslâm’dı, İslâm’ın zaferiydi.

Nihayet, Milâdî 622 senesinin böyle bir Muharrem ayında, İslâm’ı yaymak, İslâm’ın üstüne çöken zulüm ve baskı bulutlarını dağıtmak için, Allah Resûlu ﷺ’in ashabı kafileler halinde Mekke’den Medîne’ye göç etmeye başladılar. İmanlı gönüller, Allah ve O’nun şanlı Resûlu ﷺ’in rızası için, doğup büyüdükleri, havasını teneffüs ettikleri öz vatanlarından ayrılıyorlardı. Anadan, badadan, evden, barktan ve servetten vazgeçiyorlardı. Bu bakımdan Hicret; dinleri için evlerini, yurtlarını, mallarını, mülklerini terkeden müslümanların îman ve ihlâs sembolüdür.

Hicret, İslâm’ın zafere ermesi için nefsin bütün arzularından sıyrılması demektir.

Hicret, İslâm’ın yayılması için, İslâm merkezinin Mekke’den Medîne’ye taşınması demektir. Bu yönüyle hicret, Allah’adır. Allah içindir. Allah’ın izniyledir. Allah’ın ismini yüceltmek içindir.

Aziz Müminler!

Müslümanların Medîne’de toplanmaları müşrikleri yine telâşlandırdı. Hele, Allah Resûlü ﷺ Medîne’ye gider müslümanların başına geçerse bu müşrikler için bir felâket olurdu. Bunu önlemek için çeşitli plânlar hazırlamaya başladılar. Sonunda Ebu Cehil’in teklifi ile Şanlı Peygamberimiz ﷺ’i öldürmeye karar verdiler.

Yüce Allahımız, mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerîm’de bu hususta şöyle buyururlar:

“Hani bir zaman o küfredenler, seni tutup bağlamaları, ya seni öldürmeleri, yahut seni (yurdundan zorla) çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı kurarlarken, Allah da O’nun karşılığını yapıyordu. Allah tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır. (Enfal, 30).

Âyet-i kerîmede ifade edilen bu plânlar hazırlanırken Yüce Allahımız, Cebrail vasıtasıyla durumu Hz. Resûlüllah ﷺ’e haber vermiş ve hicret etmesine müsade etmişti. Bunun üzerine Şanlı Peygamberimiz ﷺ M. 622 senesinin Rebî’ul evvel ayında İslâm devletinin merkezini Mekke’den Medîne’ye nakletmek üzere hicret etmişti.

İşte, cihan Peygamberi ﷺ’in bu hicreti, Ömer devrinde Hicrî takvimin birinci senesi olarak alınmış ve senebaşı olarak da Muharrem ayı kabul edilmiştir. Bu sebeple, İslâmî senebaşının Muharrem ayıyla başladığını ve müslümanların yeni senelerine Muharrem ayıyla girdiklerini, milâdî yılbaşlarının müslümanlarla ilgisi olmadığını, şu mübarek minberden bir daha hatırlatmakta fayda görüyorum.

Aziz Müminler!

Yeni senemizin ilk ayı olarak Muharrem, hadîs-i şerîflerde “Şehrullah – Allah ayı” diye zikredilmektedir. Bu ayda, müminleri oruç tutmaya teşvik eden şanlı Peygamberimiz ﷺ hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar:

“Ramazandan sonra oruç tutacaksan Muharrem ayında tut. Çünkü O, Allah ayıdır”.

Ancak, Yahudiler Muharrem’in 10. (Aşure) günü –kendilerine göreoruç tuttukları için, müslümanların onlara benzememesi bakımından bir gün öncesini veya sonrasını ilâve ederek oruç tutmaları lâzımdır.

Hicret ruhunun ve yeni senemizin, Ensarla-muhacirlerin birbirleri ile kaynaştıkları gibi kaynaşmamıza, İslâm kardeşliğine dönmemize vesîle olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyor, hutbeme Allahımız’ın şu ilâhî beyanıyla son veriyorum:

“Îman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler, barındıranlar, yardım edenler; işte gerçek mümin olanlar bunlardır. Mağfiret ve uçsuz bucaksız rızık da onlarındır”. (Enfal, 74).

Lasă un răspuns

Te rog autentifică-te folosind una dintre aceste metode pentru a publica un comentariu:

Logo WordPress.com

Comentezi folosind contul tău WordPress.com. Dezautentificare /  Schimbă )

Fotografie Facebook

Comentezi folosind contul tău Facebook. Dezautentificare /  Schimbă )

Conectare la %s