Kırkıncı Hutbe

اندرز

*

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُونُوا قَوَّامِينَ لِلَّهِ شُهَدَاءَ بِالْقِسْطِ

وَقَالَ رَسُولُ صلَّى الله عَلَيهِ وَسَلَّم

انّ المقسطين عند الله على منابر من نور

Muhterem Müminler!

Mülkün sahibi adâlet gününün tek hakimi olan Yüce Allahımız’ın, insanlığa gönderdiği en mükemmel din, İslâm’dır. İslâm, ilâhi bir hayat nizamıdır. Bu nizamın temel esası da adâlettir. İslâm’ın olmadığı yerde adâletten, adâletin olmadığı yerde de İslâm’dan bahsedilemez.

Adâlet, Allah’ın emrettiği, sevdiği ve övdüğü yüce bir vasıftır. Adâlet, Peygamberler mesleğidir. Adâlet, Hak ölçüsüdür. Adâlet, çalışanla çalışmayanın, dürüst ile sahtekârın eşit olması değil, hak sahibine hakkının tam verilmesidir. Adâlet, sadece müslümanlar arasında geçerli olan bir esas değil, bütün insanlar için yürürlükte olan âlemşümûl bir kanundur. Bu bakımdan adâlet, dünyanın ve âhiretin nurudur. Adâletsiz bir dünya karanlıklar içinde çökmeye mahkûmdur.

Aziz Müminler!

Bir milletin yükselmesi, ilerlemesi, kalkınması ve gerçek medeniyete ulaşması adâletle mümkündür. Millet fertlerini birbirine bağlayan, onları bir disiplin içinde tutan adâlettir. Fertleri arasında adâlet olmayan milletler, maddî bakımdan ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, ızdırap ve sıkıntılar içinde bocalamaktan kurtulamazlar.

Eğer bir cemiyette, rüşvet, haksızlık, adam kayırma, kin, kan, iftira, dedikodu, intikam, karaborsa, yalan ve yalancı şahitlik, bir kuduz hastalığı gibi o cemiyeti kasıp kavuruyorsa, biliniz ki, orada adâletten, huzur ve güvenden bahsetmek mümkün değildir. Fitne, hased ve fesat kılıçları ile delik deşik edilmiş cemiyetimiz, adâletsizliğin ve Allah korkusu olmamasının sancısını çekiyor. Bu sancıyı dindirmenin tek yolu, İslâm adâletine dönmektir. Bazı gruplarca ağızlarda sakız gibi çiğnenen, sokaklarda nâralar atılan şu veya bu adâlete değil, Islâm adâletine dönmektir.

Sevgili Müminler!

Rahman ve Rahîm olan Allahımız, şerefli kitabımız Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyururlar:

“Ey îman edenler, kendinizin, ana ve babalar(ınız)ın, akrabalar(nız)ın aleyhinde de olsa, adâleti titizlikle yerine getiren ve Allah için şahitlik eden (insanlar) olunuz” (Nisa, 135).

“Adâletle hükmediniz. Çünkü Allah, âdil kimseleri sever” (Hucurat, 9).

“Bir topluluğa olan kininiz, sizi adâletsizliğe sevketmesin. Âdil olunuz” (Maide, 8).

Şanlı Peygamberimiz ﷺ ise, hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar:

“Ehl-ü ıyaline ve idaresi altında olanlara adâletle hükmeden âdil kimseler, Allah nezdinde nurdan minberler üzerine otururlar, yüksek mevkilere çıkarlar”.

“Haksızlık etmekten sakınınız. Zîra haksızlık kıyamet gününde zulmettir”.

Aziz Müminler!

O halde, her müslüman, Allah’ın yakın ve kesin olan mutlak adâlet günü gelmeden, bu ilâhî beyanlara kulak vermek zorundadır. Sevgi, hürmet, huzur ve güven isteyen herkes buna mecburdur. Çünkü, adâletin olmadığı bir vicdanda, bir müessesede, hak ve fazîlet namına, huzur ve güven namına hiçbir şey olamaz.

Âile fertleri arasında adâletin gözetilmediği bir evde, huzur ve hürmetin olması mümkün müdür?

Adâletin hakim olmadığı, çalışanla çalışmayanın ayırt edilmediği, Allah korkusu ve hakîkat sevgisinin öğretilmediği bir okuldan, üniversiteden hangi fazîlet meyveleri toplanır?

Devlet ve millet vazifeleri, îmanlı, bilgili, ehliyetli dürüst ve âdil kimselere değil de, politik hesaplar ve çikarlar uğruna gelişigüzel dağıtılırsa, böyle bir cemiyette huzur ve güven kalır mı?

Hak ve adâleti teslim etmesi gereken emniyet ve adâlet müesseseleri, adâlet namına adâletsizlik yapar, maddî imkânlar, siyasî ikballer uğruna suçluyu suçsuz, zalimi mazlum hale çevirir, güçlüyü korur, güçsüzü ezerse, böyle bir cemiyet helâk olmaz da ne olur?

Sizden evvelki cemiyetleri, aralarında güçlülerden biri, hırsızlık (gibi bir suç) işlediğinde bağışlamaları, güçsüz ve yoksullardan biri hırsızlık ettiğinde ceza tatbik etmeleri helâk etmiştir” buyuran şanlı Peygamberimiz ﷺ bu gerçeği haber vermiyor mu?

Patron, çalıştırdığı kimselerin hakkına riayet etmez; işçi, ekmek yediği işyerini yıkmaya, yakmaya kalkar; memur görevinde sallanır, adamına göre iş görür; esnaf, ölçüsüne tartısına dikkat etmez, karaborsacılık yapar; yazar, kalemini hak ve adâlet namına oynatmaz; avukat, müvekkilini adâlet ölçülerine göre savunmaz; hasta, ilgi görmek için, hastahanenin yolunu özel muayenehaneden geçerek bulur; krediler, ihaleler, destekler, teşvikler yüce adâlet çiğnenerek, geçici ve yok olucu çıkarlar uğruna dağıtılırsa, böyle bir cemiyette, müslümanlıktan, İslâm adâletinin varlığından kim söz edebilir?

O halde Müminler!

Yüce Allahımız’ın kesin bir adâlet gününün geleceğini, dünyada yaptığımız her iş ve hareketin mutlaka hesabının sorulacağını kalbimizden bir an bile olsa çıkarmayalım. Her zaman ve her yerde Hak’dan yana, adâletten yana olalım. İstesek de istemesek de ömür yapraklarımız soluyor. Zaman, mutlak bir hesaplaşma gününe doğru hızla akıyor. Kâr ve zarar günü geliyor. Zîra, herşey fanîdir. Bakî olan ancak Allah’tir.

Hutbeme, Yüce Allahımız’ın, Enbiya sûresinin 47. âyet-i kerîmesindeki- şu kesin beyanıyla son veriyorum:

“Biz kıyamet gününe mahsus adâlet terazîleri koyacağız. Hiçbir kimse, hiçbir şeyle haksızlığa uğratılmayacaktır. (O sey) bir hardal tanesi kadar bile olsa, onu getirir (mîzana koyar)ız. Hesapçılar olarak da biz yeteriz”.

Lasă un răspuns

Te rog autentifică-te folosind una dintre aceste metode pentru a publica un comentariu:

Logo WordPress.com

Comentezi folosind contul tău WordPress.com. Dezautentificare /  Schimbă )

Fotografie Facebook

Comentezi folosind contul tău Facebook. Dezautentificare /  Schimbă )

Conectare la %s