اندرز
*
سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَىٰ بِعَبْدِهِ لَيْلًا مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الْأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا
إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
وَقَالَ رَسُولُ صلَّى الله عَلَيهِ وَسَلَّم
لَمّا كَذَّبتَني قُرَيشٌ فِي الاِسراءِ قُمتُ فِى الحِجرِ فَجَلّى الله لِى بَيتَ المَقدِسِ
فَطَفِقتُ اُخبِرُهُم عَن اياتِهِ وَاَنَا انظُرُ اِلَيهِ
&
Muhterem Müminler!
İnsanlığın şanlı habercisi Allah Resûlü ﷺ’in, Mekke’den Medîne’ye hicretinden birbuçuk sene evvel, böyle bir Recep ayının yirmi yedinci gecesiydi. İlâhî iradenin tecellîsi olarak, zaman ve mekân sınırları kaldırıldı. Maddî rakamlar ve mesafe ölçüleri aşıldı. Cihanı kuşatan ışık ve renk yelpazeleri dürüldü. Görme ve işitme duyularının önündeki madde perdeleri sıyrıldı. Ezelî ve ebedî olan Yüce Allahımız’ın tayin ettiği, İslâm’ın en muhteşem mucizesi gerçekleşti; İsra ve Mîrac mucizesi.
İsra; Şanlı Peygamberimiz ﷺ’in Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’deki Mescid-i Aksa’ya geceleyin götürülüşünü,
Mîrac ise; Yine geceleyin semalara, yücelikler âlemine, Sidret-ül Münteha’ya yükselişini ve Allah’ın huzuruna kabul edilişini ifade eder.
Okuduğum âyet-i kerîmede (İsra, 1) Yuce Rabbimiz soyle buyururlar:
Kulunu (Muhammed ﷺ’i) gecenin bir anında Mescid-i Haram’dan alarak, kendisine bir kısım âyetlerimizi göstermek için çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, her türlü noksanlıktan münezzehtir. Şüphesiz O, işiten ve görendir.
Bir başka âyet-i celîlede (Necm, 18) ise şöyle buyurulmaktadır:
Şuphesiz O, (Mîrac’da) Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını görmüştür.
Aziz Müminler!
İsra ve Mîrac mucizesi kısaca şöyle gerçekleşmiştir:
Biricik önderimiz Allah Resûlü ﷺ, Kâbe’nin, “hatîm” denilen yerinde veya amcası Ebu Talib’in kızı Ümmühan’ın evinde iken, Cebrail gelmiş ve Peygamberimiz ﷺ’in göğsünü yararak zemzemle yıkamış ve O’na îman ve hikmet doldurmuştu. Sonra şanlı Peygamberimiz ﷺ, “Burak” adı verilen binekle Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya getirilmiş, oradan da Cebrail ile birlikte semalara yükselmiş ve birçok Peygamberlerle selâmlaştıktan sonra, “Sidret-ül Münteha” denilen yere varmışlardı.
Bundan sonra sevgili Peygamberimiz ﷺ mukaddes yolculuğuna “Refref” adındaki binekle devam etti. Nihayet Allah’ın huzuruna yükseldi. Yüce huzura kabul edildi. Yüce Rabbimiz’e tazim ve tekrîmden sonra kendisine vahyedilenleri aldı ve mukaddes yolculuğundan döndü.
Abdullah bin Mes’ud’ın bildirdiğine göre, Mîracda, Yüce Allahımız müminlere üç ihsanda bulunmuştur. Bunlar:
Beş vakit namaz,
Bakara sûresinin son âyetleri,
Allah’a eş, ortak koşmayanların günahlarının bağışlanmasıdır.
Sevgili Muminler!
İsra ve Mîrac mucizesi, îman için bir mihenk taşıdır. İnkâr etmek küfürdür. Mucizeleri, akıllarının dar hudutlarına siğdırmak ve kısır ölçülerine vurmak isteyen bazı zavallılar, dün olduğu gibi bugün de İsra ve Mîrac mucizesini inkâr etmektedirler. Onlara göre, tetkik edilemeyen, gözlem ve deneyi yapılamayan bir şey kabul edilemezmiş. Halbuki, gerçekler bu düşünceyi çoktan reddetmiştir.
Gözlem, deney ve tetkikini yapamadığımız halde aklımızı niçin kabul ediyoruz?
Fezalarda dolaşan astronotların telsizle verdiği haberlere, tetkik etmeden nasıl inanıyoruz?
Gözlerimiz görmüyorsa, güneş ışık saçmıyor mu demektir?
Kulaklarımız duymuyor diye, sesin varlığını inkâr mı edeceğiz?
Kendi sınırlı gücümüzle yaptığımız bir filim şeridiyle veya ekranla, oturduğumuz yerden dünyanın bir ucunu seyrediyoruz da; kudreti sonsuz olan ve “Ol!” deyince “OLDURAN” Yüce Allahımız, Resûl-i Zîşanına Mescid-i Aksa’yı niçin seyrettirmesin? Hâşâ, bu gerçeği inkâr etmek mümkün müdür?
Şanlı Peygamberimiz ﷺ bu hususta şöyle buyururlar:
İsra hususunda Kureyş beni yalanladığı zaman “Hicir” de ayakta durdum. Allah-u Teâlâ Beyt-i Makdis’i karşıma çıkardı. Ben de ona bakarak, özelliklerini bütün teferruatı ile kendilerine haber verdim.
Aziz Muminler!
Kesinlikle bilinmelidir ki, İsra ve Mîrac mucizesine inanmayan kimse, Allah’a, Peygamber’e, kitaba, meleğe, kaza-kadere ve âhiret gününe de inanmıyor demektir. Çünkü İslâm’ın inanç esasları bir bütündür. Biri diğerinden ayrılamaz.
Nitekim, Ebu Cehil ve taifesi İsra ve Mîrac mucizesine inanmayıp, Allah Resûlü ﷺ ile alay etmeye kalkarlarken; kendisine, ne diyorsunuz, olur mu böyle şey? diye sorulan Ebu Bekir ise şöyle diyordu:
“Eğer bunu O söylüyorsa, mutlaka doğrudur, inanırım, tasdik ederim. Zîra O, hak olanlardan başkasını söylemez.
O halde Müminler!
Mucizeleri şüphe ve inkârla karşılayıp küfür sultalarının yamağı olmayalım. Gönüllerimizi mîracın Rabbanî gerçeğine açalım. Mîracımız olan namazlarımızı katiyyen terketmeyelim. Namaz kılarak günde beş defa sonsuz yükselişin sırrına, mîraca erelim. Namazı terketmenin dînimizi yıkmak olduğunu bilelim. Ruhumuzdaki şeytanî lekeleri İslâm gerçeğinin mîrac pınarıyla temizleyelim. Yavrularımıza mîracın anlam ve hikmetlerini iyice öğretelim. Mîrac gecesinde her zamankinden daha çok Kur’an okuyalım, ibadet ve taatte bulunalım. Kimsesizleri, yoksulları, boynu bükükleri unutmayalım. Katiyyetle bilelim ki:
İnsanlığın en muazzam inkılâbı İslâm’dır.
İslâm’ın diriltici şifası, sürekli mucize Kur’an’dır.
Müminin “Burak”ı îman, “Mîrac”ı namaz, “Refref”i ilim ve irfandır.
İnanıyor, tasdik ediyor ve mübarek kandilinizi tebrik ediyorum!
&
17 Şubat 2023/ 26 Receb 1444
Cuma
5.07
*
5.27
6.56
12.26
15.11
17.37
19.15
10.58
MÎRAÇ MUCİZESİ
Resûlullah Efendimiz ﷺ, Hicret’ten bir buçuk sene evvel Recep ayının 27. gecesi Burak ile Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya götürüldü. Sonra mîraç (bir nevi asansör) ile Sahre’den (Mescid-i Aksâ’daki büyük kayadan) dünya semâsına çıkarıldı. Semâ katlarının her birinde peygamberlerden biriyle görüştü. Onlarla selamlaşıp konuştuktan sonra Sidre-i Müntehâ’ya ulaştı. Oradan da Refref’e bindi ve huzur-ı İlâhî’ye vardı. Kendisine, Allâhü Teâlâ’nın melekûtünden birçok acâyibât gösterildi.
Huzûr-ı İlâhi’ye varınca
التّحيّات لله والصلوات والطّيّبات
diyerek Cenâb-ı Hakk’ı övdü.
Allâhü Teâlâ tarafından kendisine ikrâmla
السلام عليك ايها النّبيّ ورحمة الله وبركاته
diye hitâb olundu. Ve bu selâmın şerefine Peygamberimiz ﷺ,
ümmetini de dâhil edip
السلام علينا وعلى عباد الله الصالحين
dedi. Bir gece ve gündüzde elli vakit namaz emrolunmuşken Resûlullah Efendimizin tekrar tekrar yalvarması ile beş vakte hafifletildi. Geri dönerken bütün dereceleri ile Cennetleri ve bütün derekeleri ile Cehennem’i gördüler.
Beytü’l-Makdis’e gelip Mekke-i Mükerreme’ye doğru yola çıkınca, Kureyş kervanını gördü. Sabah olunca yaşanan hâdiseleri insanlara haber verdi. Peygamber Efendimiz ﷺ’e Beytü’l-Makdis’ten ve Kureyş kervanının hâlinden suâl ettiler. Sordukları şeylerden birer birer açıkça haber verince, Allâh’ın yardımına mazhar olanlar tasdik ettiler; imandan nasibi olmayanlar ise inkâr ettiler.
Sabah mescide çıkıp Kureyş’s haber verdi. Şaşkınlık ve inkârdan kimi el çırpıyor, kimi elini başına koyuyordu. İman etmiş olanlardan bazıları, dinden döndüler. İçlerinden bir kısmı Ebûbekr’e koştu. Ebûbekir, “Eğer bunu o söylediyse şüphesiz doğrudur”. dedi. “Onu, bunda da mı tasdik ediyorsun?” dediler. “Ben onu bundan daha ötesinde de –yani peygamberliğini tasdik ediyorum!” dedi.
Bünu üzerine “Sıddîk” diye isimlendirildi.