*
إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا
قال رسول الله عليه الصلاة و السلام
لَتُفتَحَنَّ القُسطَنطِنِيَّةُ
فَلَنِعمَ الاَمِيرُ امِيرُهَا
وَلَنِعمَ الجَيشُ ذالِكَ الجَيشُ
Kardeșlerim!
Milletlerin tarihlerinde unutulmayan hakikatler vardır. Müslüman milletimizin tarihi ise, bu hakîkatlerin muhteşem levhalarıyla doludur. Bu muhteşem levhalardan biri de İstanbul’un fethidir.
Her sözü ve her hareketi hak, her haberi mutlak olan Şanlı Peygamberimiz ﷺ, okuduğum hadîs-i şerîflerinde, bu muhteşem fethi şöyle müjdelemiştir:
“Kostantiniyye mutlak fetholunacaktır. O (nu fetheden) komutan ne güzel komutan, O (nu fetheden) asker ne güzel askerdir.”
Şerefli Peygamberimiz ﷺ’in bu müjdesine nail olmak için, İstanbul, müslümanlar tarafından birçok defa kușatılmış, fakat fetih nasib olmamıştı. Hatta bu kuşatmalardan birinde, sevgili Peygamberimiz ﷺ’i Mekke’den Medîne’ye hicret ettiği zaman, yedi ay evinde misafir eden Halid İbni Zeyd, Eba Eyyûb el-Ensarî Hazretleri de bulunmuş ve bugün O’nun ismine izafeten “Eyüp” adı verilen semtte şehit olmuştu.
Aziz Müminler!
Molla Güranî gibi, Molla Hüsrev ve Akşemseddîn gibi ulemadan feyz alan ve böylece kalbi îman ve azimle dolan, gönlü “İstanbul fetholunacaktır” müjdesinin nuruyla yanan, Osmanlı Cihan Devleti’nin yirmiiki yaşındaki genç hükümdarı Fatih Sultan Muhammed Han; Cebel-i Nur semalarında parlayan “TEVHID” güneşinin İstanbul ufuklarını da aydınlatması için bütün ciddiyetiyle hazırlanmaya başlamıştı.
Tarihin pek az gördüğü bu genç hükümdar; çağ kapayıp çağ açacak olan dev toplar döktürmüş, Bizansa boğazdan gelecek yardımı önlemek için Rumeli Hisarını yaptırmış, gemilerini, Dolmabahçe sırtlarından kızaklarla yürüterek Haliç’e indirmiş, surların altına tüneller açtırmış ve yine surların dibinde tekerlekli kuleler yaptırmıştı.
Artık, zaman, 6 Nisan 1453 Cum’a gününü gösteriyordu. Cum’a namazı kılındı ve İstanbul, karadan ve denizden kuşatıldı; 53 günlük bir kuşatmadan sonra 29 Mayıs 1453 Salı sabahı tanyeri ağarirken Ezan-ı Muhammedî okundu. Sabah namazı kılındı. Namazdan sonra okunan Fetih sûresi huşû içinde dinlendi. Henüz güneş doğmamıştı ki, Allah Allah sedaları, tevhid, tekbir sesleriyle hücum başladı. Bizans salanıyordu. Surlar çatırdıyordu. Nihayet, taş yığınları devrildi. Kostantıniyye üzerindeki kara bulutlar dağıldı. Cihan Peygamberi ﷺ’in büyük müjdesi gerçekleşti. İstanbul İslâm’a, İslâm İstanbul’a kavuştu: Evet, 29 Mayıs 1453.
Sevgili Müminler!
Henüz yirmiiki yaşındaki genç Fatih, -yani bugünün dînî ve millî duygularına yabancı, suyunu içtiği, ekmeğini yediği yurdunu paramparça etmeye çalışan, vuran, kıran sözde gençlerden daha genç olduğu halde,- Allah Resûlü ﷺ’in: “O ne güzel komutan” şerefine mazhar olan Hz. Fatih; tekbir sesleri içinde İstanbul’a girmiş, doğruca Ayasofya’ya giderek Allah-u Azîmüşşan’a şükran secdesine kapanmış ve Ayasofya’yı Fetih hediyesi olarak Camiye çevirmiştir. Korku ve dehşet içinde olan Bizanslılara mal ve can emniyetini vermiş, din ve vicdan hürriyetini sağlamıştır. Fethin üçüncü günü Cum’a namazını Ayasofya’da kılan Fatih, onu bize Cami olarak emanet etmiştir.
Üzülerek belirtelim ki, Hz. Fatih’in fetih hediyesi olan ve beşyüz sene minarelerinden ezan sesleri yükselen, kubbelerinde Kur’an sedaları çınlayan Ayasofya, bugün taş yığınından ibaret kuru bir iskelet, mahzun ve anlamsız bir müze olmanın acı ızdırabıyla yanmaktadır. Ayasofya’yı bu ızdırabından kurtarmak, onu mânâsına kavuşturmak, dînine ve tarihine bağlı her müslümanın arzusu ve vazîfesi olmalıdır.
Müminler!
29 Mayıs 1453 tarihinde gerçekleşen bu şanlı fetih bize gösteriyor ki; Allah’a ve Resûlü ﷺ’e samîmi bir bağlılık, sarsılmaz bir îman, yılmaz bir çalışma her çeşit başarının temelidir.
Bu bakımdan, buğün topyekün millet olarak Allah’a kul, Peygamber ﷺ’e gerçek ümmet olmanın şuuruna ermek ve düştüğümüz bunalımlardan kurtulmak istiyorsak. İslâm’ın emirlerine uymalıyız. İslâm’ın emir ve yasaklarına harfiyyen uyduğumuz, Kur’an’ın rahmet gölgesinde toplanabildiğimiz ve genç yavrularımıza din, îman, vatan ve mukaddesat duygusunu tam verebildiğimiz gün, huzur bizimdir, dünya ve âhirette saadet hepimizindir.
Hz. Fatih’e ve bütün şehitlerimize Fatiha’lar okumanızı diliyor, bu şanlı Fetih yıldönümünün dînî ve millî benliğimizi bulmamıza vesîle olmasını Yüce Mevlâmız’dan niyaz ediyorum.
نَصْرٌ مِّنَ اللَّهِ وَفَتْحٌ قَرِيبٌ وَبَشِّرِ الْمُؤْمِنِينَ
*
&
Muhterem Müminler!
Buğün, küfür dünyasını beyninden vuran, Ehl-i Salib ideallerini suya düşüren, bir çağ kapayıp, yeni bir çağ açan ve İslâm-Türk tarihinin en muhteşem zaferlerinden olan, İstanbul’un fetih yıldönümüdür.
Bu kudsî günü yâd etmek, bu muhteşem zaferi anmak, her müslüman Türk’ün en ulvî dînî ve millî bir vazifesidir. Çünkü: İstanbul’un fethi, cebel-i nur ufuklarında doğan İslâm güneşinin, Kur’ân meş’alesinin; ehl-i küfrün en güçlü merkezini ortadan kaldırıp, yerinde îman saltanatını kurmasıdır.
İstanbul’un fethi, Türk kanıyla İslâm îmanının sembolü olan hilâlin, haçlı sürülerinin kalbine bir hançer gibi saplanmasıdır.
Muhterem Müslümanlar!
Bu büyük ve şanlı fethin kahramanı, okumuş olduğum: “Kostantiniyye = İstanbul mutlak fetholunacaktır, onu fethedecek kumandan ne güzel kumandan; onu fethedecek asker, ne güzel askerdir” hadîs-i şerîfine mazhar olan, büyük Türk hükümdarı Fâtih Sultan Mehmet ve onun kahraman ordusudur:
Fatih’ten önce, Allah Resûlü’nün: “İstanbul elbette fetholunacaktır” müjdesi önünde hürmetle eğilen birçok İslâm hükümdarı da bu zaferin așkıyla tutuşmuş, bu müjdenin nûruyla yanmıştır. Fâtih’e kadar on yedi def’a yapılan muhasara teşebbüsleri bunun apaçık delîlidir.
Bunlardan, Hz. Muaviye devrinde yapılan bir seferde, Resûller Resûlü’nün Medîne’ye hicret ettiği zaman yedi ay evinde misafir eden ve canını peygamber müjdesi uğruna feda kılan büyük velî Ebâ Eyyûb el-Ensârî İstanbul’a gelmiş ve buğün medfun bulunduğu Eyüb’de savaşırken şehîd olmuştur. (Mezarı 227 sene sonra Akşemseddin Hazretleri tarafından bulunmuştur; Akşemseddin hazretleri ise Bolu ilinin Göynük kazasında medfundur). Bu beldeye Eyüb adı verilmesinin sebebi de budur.
Aziz Müminler!
Molla Gürânî’lerin, Molla Hüsrev’lerin, Akşemseddin’lerin dizi önüne çöküp kuvvetli bir dinî ve millî bir terbiye alan Fatih, -Allah’ın izniyle- İstanbul’u fethetmeyi kafasına koymuş, hazırlanmaya başlamıştı.
Tarihinin pek az gördüğü ve belki de bir daha göremiyeceği yirmi iki yaşındaki genç hükümdar, bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra:
“İmtisâl-i “âhidû fillâh” oluptur niyyetim” (İslâm Medeniyeti mec., Sayı., 10, Yıl 1) yâni: “Benim niyyetim, Allah-u Azîmüşşan’ın “Allah yolunda cihad ediniz” emrine uymaktır” idealiyle 6 Nisan 1453’te ordusu ile İstanbul surlarına dayanmıştı. Evet daha yirmi iki yaşında, yani bugünün, banka soyan, adam öldüren, eşkiyalık yapan, kitap yerine şak şak, lâk lâk peşinde koşan, suyunu içtiği ekmeğini yediği öz vatanını buhranlar içinde sallandırmaya kalkan sözüm ona üniversite talebesinden daha genç olduğu halde, Bizans’ın kokmuş ahlâkını, şımarmış namusunu, çürümüş şahsiyetini tarihe gömecek olan Fâtih, kahraman ordusu ile karadan ve denizden şehri kuşatmış, donanmasını tereyağından kıl çeker gibi Dolmabahçe’den kara yoluyla Haliç’e indirmiş ve düşmanın ümidini de, ciğerini de parça parça etmişti. Artık, küfür cephesi Allah Allah sedâları, tekbir, tevhid sesleri arasında can çekişmekte.
Nihayet elli iki günlük bir ölüm-kalım mücadelesinden sonra 29 Mayıs 1453 Salı sabahı, namazın ardından Fetih sûresi huşû içinde dinlendikten sonra tekrar taarruz başladı. Bir müddet sonra, dil ve kalemlerin izah edemiyeceği bir fedakârlıkla Ulubatlı Hasan adındaki kahraman bir asker vücudunun çeşitli yerlerine saplanan mızrak ve oklara, üzerine dökülen kaynar sulara rağmen yüksek surlardan birine tırmanarak Müslüman Türk bayrağını burca dikti ve o anda ruhunu teslim etti. Daha sonra İslâm ordusu muhtelif yerlerden İstanbul’a girmeye muvaffak oldu. Artık Resûlüllah ﷺ’in müjdesi tahakkuk etmiş, İstanbul İslâm’ına, İslâm İstanbul’una kavuşmuştu.
Fâtih, fetihle birlikte şehre girmiş, doğruca Ayasofya’ya giderek secde-i şükrana kapanmış; Ayasofya’yı fethin alâmeti olarak câmi haline getirmişti. O günden bugüne Ayasofya’da çan çalınmamıştır ve ebediyyen de çalınmıyacaktır. Ancak, gönül isterdi ki, fethin sembolü, Fâtih’in emaneti olan Ayasofya, bugünkü mahzun, kederli ve ağlayan hâlinden kurtarılsın, yine câmi olarak kullanılsın. Şehadet parmağı gibi göklere uzanan minarelerinden Allah ve Resûlü’nün ismi duyulsun. Cihan semasına müslüman Türk’ün mâna varlığını haykırsın!
Müminler!
Şu mübarek cum’a saatinde, şu mukaddes fetih yıldönümünde bir kere daha ifade edelim ki: Dinî ve millî benliğimizi bulmadığımız, gençlerimize din, vatan, millet ve ecdad sevgisi aşılamadığımız, onları ruhsuz ve şuursuz yetiştirdiğimiz müddetçe istikbalimiz tehlikededir.
Fâtih’in ve bütün şehidlerimizin ruhlarına fâtihalar okumanızı diler, şu şanlı fetih yıldönümünü uyanmamıza, şuurlanmamıza vesile olmasını Cenâb-ı Hak’dan niyaz ederim!
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ
*
&
Aziz Müslümanlar!
İnsalığı zulmetten nura, küfürden îmana, vahşetten medeniyyete çıkaran ve Allah lisaniyle (meâlen): Bir şahid, bir müjdeci, bir korkutucu ve Allah’a, O’nun emri (izni) ile bir da’vetci ve nur saçan bir kandil olarak (Ahzap sûresi âyet, 45, 46) gönderildiği beyan edilen Sevgili Peygamberimiz ﷺ, mucizevî bir ifadesiyle İstanbul’un fethini şöyle müjdelemiştir:
“İstanbul mutlak fetholunacaktır. O (nu fetheden) kumandan ne güzel kumandan, o (nu fetheden) asker ne güzel askerdir.” (Hakim, Camiussağir c. 2, s. 104).
Kahramanlar kahramanı Allah Resulü ﷺ’in bu müjdesine nail olmak için, Fatih Sultan Hazretlerine gelinceye kadar, İstanbul, Emevîler, Abbasîler ve Osmanlılar tarafından birçok defa kuşatılmış, fakat alınamamıştı. Halbuki İstanbul mutlak fetholunacaktı. Bunu Allah Resûlü ﷺ söylüyordu. O, ne söylemişse olmuştur ve olacaktır. O halde, İstanbul Fatihini beklemekte.
İşte, gönüllere Hz. Fatih olarak nakşedilecek olan Sultan II. Mehmed, M. 1451 senesinde hükümdar oldu. Onun daha hükümdar olmadan önce büyük bir ideâli vardı. İstanbul’u fethetmek. Hükümdar olunca bu idealini gerçekleştirmek için:
“Ya ben İstanbul’u alırım, ya da İstanbul beni” diyerek muhteşem bir azimle çalışmaya başladı.
Bir gönül ki, îman ve azimle dolu. Bir kalp ki, Allah Resûlü ﷺ’in müjdesine âşık. Bir akıl ki, Allah rızasının dışında hiçbir şeye iltifat etmiyor. Böyle bir azme ve böyle bir îman ve aşka sahip olan bir mümin, -Allah’ın yardımiyle- elbette gayesine ulaşır.
O zamana kadar görülmemiş dev topların döktürülüşü, Bizanslılara Boğazdan gelecek yardımı önlemek için Rumeli Hisarı’nın yaptırılışı, gemilerin karadan yürütülüp Haliç’e indirilişi, surların altında tüneller kazdırılışı ve yine surların dibinde bir gece içinde, düşmanları dehşete düşüren tekerlekli kuleler yaptırılışı, bu azmin, bu îmanın ve bu aşkın ifadesidir.
Aziz Müminler!
Fetih hazırlıkları tamamlandıktan sonra, 6 Nisan 1453 Cum’a günü, namaz kılınır kılınmaz İstanbul, karadan ve denizden kuşatıldı. Artık İstanbul ufukları Allah Allah sedâları, tevhîd, tekbir sesleri ile inliyor. Genç hükümdar ve hocası Akşemseddin Hazretleri, askerlerin îmanlarını coşturuyor, onların cesaret ve azimlerini artırıyordu.
Nihayet, 53 günlük bir mücadeleden sonra 29 Mayıs 1453 Salı sabahı, tan yeri ağarırken Ezan-ı Muhammedî okundu, arkasından sabah namazı kılındı. Namazdan sonra okunan Fetih sûresi hûşû içinde dinlendi. Oruçlu halleriyle Allah’a niyaz eden îmanlı ordu, daha güneş doğmadan hücuma başladı.
Artık çağ kapayıp çağ açacak olan toplar gürlüyor, tevhîd, tekbir sesleri âfâkı sarsıyor. Bizans sallanıyor, surlar çatırdıyor. Bu arada, vurulup düşen şehitler, yaralı gazîler. Surlara tırmanan şanlı asker Ulubatlı Hasan ve diğerleri. İman ve azimle dalgalanan İslâm sancakları. Allah Resulü ﷺ’in müjdelediği büyük Fetih. Fethedilen İstanbul, 29 Mayıs 1453.
Muhterem Müminler!
Henüz yirmi iki yaşında olan genç Fatih, tekbir sesleriyle İstanbul’a girmiş, doğruca Ayasofya’ya giderek secde-i şükrana kapanmış ve Ayasofya’yı fethin sembolü olarak Cami haline getirmiştir. Korku ve dehşet içinde olan Bizanslılara, yirminci asır insanına parmaklarını ısırtacak bir ruhla, İslâm’ın ruhuyla, mal, can ve namus emniyetini sağlamıştır. Fethin üçüncü günü Cum’a namazını Ayasofya’da kılan Fatih, böylece onu beklediği mânâya kavuşturmuş ve bizlere emânet etmiştir.
Ne acıdır ki, Fetih hediyesi olan ve beşyüz sene İslâm’ın kutlu sesiyle kubbeleri çınlamış bulunan Ayasofya bugün kuru bir iskelet halindedir. Evet, Ayasofya artık mânâsından koparılmıştır. İçinde Kur’an sesleri dinmiş, minarelerinden ezan sedâları uzaklaşmış, duvarlarından Allah ve Resulü ﷺ’in mukaddes isimleri indirilmiş, taş yığınından ibaret anlamsız bir müze olmanın matemini tutmaktadır.
Bu haliyle Ayasofya, Müslüman-Türk ruhunun öldüğünü, şuurunun yıkıldığını ve topyekûn tarihinin inkâr edildiğini haykıran bir belgedir. Gönül ister ki, bu haykırış dinsin ve Ayasofya tekrar cami haline getirilerek eşsiz mânâsına bürünsün. Minarelerinden ve duvarlarının her taşından ezan ve Kur’an sesleri yükselsin!
Müminler!
Görüldüğü gibi, İstanbul’un fethi, sarsılmaz bir îmanla, yılmaz bir çalışmanın eseridir. İstanbul’un fethi, Allah Resulü ﷺ’in müjdesine tereddütsüz güvenmenin neticesidir. Kısaca, İstanbul’un fethi, maddenin mânâ önünde erimesi ve Hakkın bâtıla üstünlüğünün sonucudur.
İşte buğün, bu îman, bu çalışma, bu güven ve bu mânâ bizi tekrar diriltecek, bize benliğimizi bulduracak ve bizi içinde bulunduğumuz ruhsuz ve şuursuz gidişten kurtaracak tek duygu, tek düşünce ve tek kaynaktır.
Bu bakımdam, şu mutlu fetih yıldönümünde bir kere daha belirtelim ki: Düşünen bütün kafalar, sızlayan bütün kalpler, Allah’a kul, Peygamber ﷺ’e ümmet olma yoluna girmedikçe, Kur’an’ın rahmet gölgesi altında toplanmadıkça, İslâm’ın hak nizamına boyun eğmedikçe, genç nesillere din, îman, vatan ve mukaddesat sevgisi vermedikçe bunalımlar durmayacak, buhranlar geçmiyecektir.
Fatih’e ve bütün şehitlerimize Fatiha’lar okumanızı diliyor, hutbeme Yüce Mevlâmız’ın șu ilâhî fermaniyle son veriyorum:
(Habibim), Sen müminlere müjdele, Allah’tan nusret ve yakın fetih (vardır).
(Saf sûresi âyet, 13).
&
Ayrıca okuyun: