*
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ
قال رسول الله عليه الصلاة و السلام
يا اَيُّها النَّاسُ لا تَتَمَنَّوا لِقَاءَ العَدُوِّ
وَاسئَلُوا الله العَافِيَةَ فَاِذَا لَقيتُم فَاصبِرُوا
Cumanız Mübarek Olsun Aziz Kardeşlerim!
Bugün, Müslüman-Türk tarihinin bir dönüm noktasını tekil eden, Türklere Anadolu kapılarını ebediyyen açan, onlara yeni bir tarih, yeni bir ruh veren Malazgirt zaferinin yıldönümüdür.
Malazgirt zaferi, Müslüman-Türk’ün îman ve azminin, güç ve kuvvetinin canlı bir belgesidir.
Malazgirt zaferi, mağrur ve zâlim küfrün, âdil ve eşşiz Hakk’ın karşısında mağlûb olmasıdır.
Malazgirt zaferi, Bizans’ın korkunç emellerinin ebedî bir ölüme mahkûm edilmesidir.
Malazgirt zaferi, maddenin mâna önünde eriyip kaybolmasıdır.
Aziz Müminler!
Bütün dünyaya hak, adâlet ve medeniyet parıltılarını en mükemmel şekilde takdim eden; silâhını teslim eden mağlûb düşman kumandanının silâhını dahi almayan; “Bayraklar milletlerin namusudur” diye yerlere serilen düşman bayrağını tutup kaldıran müslümanlar, barış içinde yaşamayı kendilerine en büyük gaye bilirler. Onlar, Allah Resûlünün: “Ey insalar, siz düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyiniz, Allah’tan âfiyet (ve barış) isteyiniz. Karşılaştığınız zaman da sabır ve mukavemet ediniz. (B. M. R. S. Terc., c. 2, Had. Nu. 1329) emrine uyarak, savaştan önce barış isterler.
İşte Malazgirt savaşından önce de barış yolunu denemişler, fakat düşman tarafından reddedilince, muharebeye karar vermişlerdir.
26 Ağustos 1071 cum’a günü, büyük Selçuklu hükümdarı Sultan Alpaslan, bütün hazırlıklarını tamamlayıp, ordusu ile birlikte Cum’a namazını kıldı. Allah-ü Azîmüşşan’a duâ ve niyazdan sonra, ordusunun ruhlarını getiren büyük bir hitabede bulundu:
“Askerler, kuvvetimiz ne kadar az olursa olsun, bütün müminlerin zaferimiz için duâ ettiği şu anda, kendimi düşmanın üzerine atmak istiyorum. Ya zafer bizim olur veya şehid olurum. Şehid olursam, beni sırtımdaki beyaz elbisemle vurulduğum yere gömünüz. Burada Allah’tan başka sultan yoktur. Herşey O’nun elindedir. Ben savaşa hükümdar olarak değil, bir nefer olarak katılacak, din ve devlet uğrunda savaşacağım. Bu uğurda savaşmak istemeyenler çekip gitmekte serbesttirler […]”
Aziz Müminler!
Bu coşkun ve samimî hitabeden sonra Sultan Alpaslan’ın, elli dört bin kişilik ile Bizans’ın iki yüz bin kişilik ordusu arasında tarihin bir dönüm savaşı başladı. Müslüman-Türk askerleri, Allah Allah sedaları, tevhid, tekbir sesleri arasında bütün kuvvetleriyle düşmana hücum ediyor, kılıç şakırtıları, nal sesleri, at kişnemeleri arasında Malazgirt ovası bir kan çanağı haline dönüyordu.
Nihayet, iki buçuk saat gibi kısa bir zamanda Bizans ordusu perîşan oldu. Bizans hükümdarı da esir edildi; böylece, Anadolu Müslüman-Türklere ebediyyen vatan olmuştu. Artık Allah-ü Azîmüşşan’ın: Ey îman edenler, siz Allah’a (O’nun dinine) yardım ederseniz, o da (düşmanlarınıza karşı) size yardım eder ve (muharebede) ayaklarınızı sabit kılar (Muhammad sûresı âyet, 7) âyet-i kerîmesinin hükmü gerçekleşmiş: ilk İslâm orduları Bedir’de, Yermük’de kendilerinden çok kuvvetli olan düşmanlarını nasıl mağlûb etmişlerse, Malazgirt ovasında da aynı şey olmuş, mânevî kuvvet, maddî kuvveti bir kere daha yerlere sermiştir.
Muhterem Müslümanlar!
Tarihi böyle şanlı, şerefli ve büyük zaferlerle dolu olan bizler, dînimizi, vatanımızı, milletimizi korumak için el ele, gönül gönüle vererek çalışmak zorundayız. Dinî, vatanı ve mukaddesatı uğrunda, calını, malını feda edemeyen milletler, tarih sahnesinden silinmeye mahkûmdurlar. Bizlere emanet edilen bu vatan yalnız bizim vatanımız da değildir. Mezarda yatan atalarımızın ve kiyâmete kadar var olacak, torunlarımızın da bu vatanda hakları vardır. Binaenaleyh onu ecdadımızdan aldığımız gibi ve daha mâmur olarak torunlarımıza aktarmak en büyük vazifemizdir. Îman ve azmin karşısında hiç bir kuvvetin duramıyacağını bilmeliyiz. Bu topraklarda kefensiz şehid yatan ecdadımızın ruhlarını şâd etmeliyiz.
Milletçe, birlik ve kardeşlik duyguları içinde yaşadığımız müddetçe, tarihimizi Malazgirt gibi zaferlerle süsleyeceğimizden hiç şüpheniz olmasın.
Hutbeme son verirken; vatan ve mukaddesatı uğrunda hayatını feda eden şehid ve gazilerimize Cenâb-ı Hak’dan rahmet ve mağfiretler niyaz ederim.
Allah müminlerle beraberdir.
Âkıbet müttekîlerindir.
الَّذِينَ قُتِلُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَلَن يُضِلَّ أَعْمَالَهُ