*
رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَا
إِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
قال رسول الله عليه الصلاة و السلام
اَلفِتنَةُ نَائِمةٌ لَعَنَ الله مَن اَيقَظَهَا
Cumanız Mübarek Olsun Aziz Kardeşlerim!
Şerefli dinimiz İslâm, kurtarıcı gerçektir. Peygamber müjdesi, Allah nizamdır İslâm;
O, insanı korumak, ruhsuz ve köksüz nefislerin esaretinden kurtarmak için gelmiştir. İçin için çürüyen, koflaşan ve yıkılmaya, çökmeye yüz tutmuş insanlığa Rahmanî bir kurtarıcı olarak gönderilmiştir. Yeter ki insanoğlu gözündeki çapakları, kulağındaki pasları silip İslâm gerçeğini görebilsin, yalnız onu duyabilsin.
Muhterem Müminler!
Kelime olarak asıl mânâsı “imtihan” olan “fitne”: Mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerîm’de; “küfür”, günah, delilik, rüsvaylık, azgınlık ve sapıklık, belâ ve azap, ayrılık ve kavga” anlamlarında da kullanılmaktadır.
Bunun içindir ki, İslâm gerçeğini inkâr ettiren, İslâm hakikatine sırt çevirten her iş, söz ve hareket fitnedir.
Nesilleri Allah’ın dîninden uzaklaştıran, onların gönüllerine bozucu, aldatıcı, çürütücu şehevî ve nefasnî arzuları yerleştiren her davranış fitnedir.
Baba ile ananın, ana-baba ile evlâdın, kardeşle kardeşin, akraba ile akrabanın, komşu ile komşunun, hoca ile talebenin ve kısaca müslümanla müslümanın arasını açan, onları birbirine düşüren, sevgiyi ve saygıyı öldüren, merhamet ve şefkati beyinlerden silen, hoşgörüyü katleden, ayrılık düşmanlığı körükleyen her hareket fitnedir.
İmansızlık, ibadetsizlik, ahlâksızlık fitnedir. Rüşvet ve karaborsacılık fitnedir. Adam kayırmak fitnedir. Vazifeyi ihmal etmek fitnedir. Çocuklarımıza İslâmî ve millî terbiyeyi verememek fitnedir.
Bu sebepledir ki, cihanı ve cihandaki herşeyi yoktan vareden Şanı Yüce Allahımız Kur’an-ı Kerîm’de: Fitne katilden (öldürmekten) daha şiddetli (ve daha beter)dir. (Bakara sûresi âyet, 191) buyururlar.
Beşeriyyet sarayının şeref köşesini işgal eden sevgili Peygamberimiz ﷺ ise, hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmaktadırlar: “Fitne uykudadır, onu uyandıran kimseye Allah lânet etsin.” [İmam-ı Rafiî (Hz. Enes’dan) Keşf”ül hafa’, c. 2, s. 83]
Aziz Müminler!
Üzülerek ifade edelim ki, bugün -bütün dünyada olduğu gibi- cemiyetimiz, İslâm gerçeğini perdeleyen; küfür, şirk, öc, hınç, hırs, bozgunculuk, düşmanlık, nefsanî ve şeytanî arzular üzerine kurulmuş korkunç bir “fitne” baskısı altındadır. Bu acı hakîkatin aksini iddia etmek mümkün değildir.
Sokakta, vitrinde, afişde, reklâmda, işyerinde, trende, dolmuşta, vapurda, avluda ve hatta evlerimizde bir fitne kasırgasının estiğini yüreklerimiz sızlayarak görmekteyiz.
O, edep dışı afişlerin, o haya dışı manzaraların genç yavrularımızın ruhlarını harap etmediğini söylemek mümkün müdür?
O, kardeşi kardeşe düşüren dedikoduların, düşmanlıkların dînî ve millî bütünlüğümüzü parçalama azminde olduğunu hissetmiyor muyuz?
O, akrep üretir gibi yalan üreten çenelerin cemiyetimizi nasıl sarstığını farketmiyor muyuz?
O, manevî gıdadan yoksun ruhların, peynir kemiren fareler gibi sevgimizi, saygımızı, kardeșliğimizi kemirdiğini görmüyor muyuz?
Aziz Müslümanlar!
Küfrün, milyarlar harcayarak oynattığı bu “fitne” oyunu karşısında uyanık olma zamanı çoktan gelmiştir. Nefislerimizi dizginleme. şeytanlarımızı kovma zamanı gelmiştir. Aksi halde, bir kanser mikrobundan daha beter olan bu “fitne”, özellikle müslümanları eritip bitirecektir.
Bugün, müslümanlar arasında serin bir rüzgâr esiyorsa, bunun altında fitne yatmaktadır.
Bugün, cemiyetimiz huzursuz ise, gönüllerimizde bir sıkıntı varsa, üzerimizde fitne bulutlarının dolaşmasındadır.
Bugün, kardeşlik duygularımız, şefkat, merhamet ve yardımlaşma duygularımız kalplerimizi terketmişşe, sebebi fitnedir.
Bunun içindir ki Yüce Allahımız Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyururlar: Kafir olanlar bile birbirinin yardımcılarıdır. Eğer siz bunu yapmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir fesat olur. (Enfal sûresı âyet, 73).
O halde sevgili Müminler!
Yüce dinimiz İslâm’ın, sevgi ve kardeşlik dîni olduğunu unutmayalım. Birbirimize karşı sevgimizi zayıflatacak, kardeşlik, duygularımızı sarsacak her türlü davranıştan sakınalım. Çoluk çocuğumuzu küfrün her çeşit yakıcı fitnelerinden koruyalım. Gönüllerimizdeki îman ateşini fitne dumanlarıyla karartmayalım. Fitne ve fitnecilerin karşısına İslâm gerçeğinin “Allah sabredenlerle beraberdir.” ferman-ı ilâhîsinin verdiği şuurla çıkalım. Fitneye fitne ile karşılık vermeyelim, sabredelim.
Hutbeme son verirken, Yüce Allahımız’a yine O’nun lisaniyle şöyle niyaz edelim: Ey Rabbimiz: bizi o küfredenler için bir fitne (mevzuu) yapma. Bizi mağfiret et Rabbimiz. Şüphesiz Aziz ve Hakim sensin sen. (Mümtehine sûresi âyet, 5)
وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِۚ
*
وَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْمُنَافِقِينَ
قال رسول الله عليه الصلاة و السلام
ايَةُ المُنَافِقِ ثَلاثٌ
اِذَا حَدَّث كَذَبَ
وَاِذَا وَعَدَ اَخلَف
وَاِذَا ائتُمِن خَانَ
Şerefli Müminler!
Yüce dinimiz İslâm’a bütünüyle inanan her insan, “müslüman”dır. İnanmayan insanın adı da, Allah lisaniyle “kâfir”dir. Diliyle “inandım” dediği halde, kalbiyle inanmayan ve “dışı mümin içi kâfir” [Kur’an-ı Kerîm ve Meâl-i Kerîm, Nisa sûresi, 145. âyetin dipnotu. (H.B. Çantay)] diye isimlendirilen iki yüzlü kimseler ise, yine Allah lisanı ile “münafık”tır.
Yüce Allahımız Kur’an-ı Kerîm’inde, şanlı Resûlümüz ﷺ de hadîs-i şerîflerinde, münafıkların özelliklerini açıkca bildirmişlerdir.
Yüce Mevlâmız şöyle buyururlar:
İnsanlardan öyle kimslere vardır ki, kendileri iman etmedikleri halde, “Allah’a ve âhiret gününe inandık” derler. Halbuki onlar inanıcılar değildir. (Bakara sûresi âyet, 8)
Onlar îman edenlere kavuştukları zaman “inandık” derler. Şeytanlarıyla yalnız kalınca ise, “emin olun, biz sizinle beraberiz, biz ancak alay edicileriz” derler. (Bakara sûresi âyet, 14)
(Habhibim) Münafıklar sana geldiği zaman, “şehadet ederiz ki sen muhakkak ve mutlak Allah’ın Peygamberisin,” dediler. Allah da bilir ki, sen elbette ve hiç şüphesiz O’nun Peygamberisin. (Fakat) Allah, o münafıkların yalancılar olduğunu da şüphesiz biliyor. (Münafikun sûresi, âyet, 1).
[…] (Onlar) ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlar. (Âl-i İmran sûresi âyet, 167)
Aziz Müminler!
Görülüyor ki münafık; müslüman göründüğü, Allah’a ve Resulü’ne inandım dediği, İslâm’ın bütün emir ve yasaklarını kabul ettiğini söylediği halde, gerçekten inanmamış, kabul etmemiş, müslüman olamamış kimsedir.
İmam-ı Ragıb’a göre, münafık; İslâm’a bir kapıdan girip, öbür kapıdan çıkan kimsedir.
İşte bunun içindir ki, İslâm’ı içinden çökerten en büyük tehlike münafıklıktır. İslâm’a ihanetin ilk adımı münafıklıkla başlar. Tarihî bir gerçektir ki, münafıklar her devirde müslümanları daima arkadan hançerlemişler, müslümanlar arasına fitne ve fesat sokmuşlardır.
Bu sebeple, münafıkları tanımak, onların fitne ve fesadından kurtulmak için uyanık ve tedbirli olmak her müslümanın vazîfesidir.
Şimdi sizlere, Kur’an-ı Kerîm ve hadîs-i şerîflerin ışığı altında münafıkların birkaç özelliğini kısaca arzedeyim:
– Onlar, Allah’a ve Resûlü’ne itaat etmez, Kur’an-ı Kerîm’e yönelmezler. (Nisa sûresi âyet, 61)
– Onlar, ezan sesine kulak verip namaz kılmazlar. Kılarlarsa üşene üşene ve gösteriş için kılarlar.
Yüce Allahımız, biricik kitabımız Kur-an-ı Kerîm’de bu hakikati şöyle beyan ederler:
[…] Onlar namaza kalktıkları zaman üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriș yaparlar, Allah’ı pek az hatırlarlar. (Nisa sûresi âyet, 142)
Kıymetli Müminler!
– Munafıklar, Allah’ı unutmuşlardır. Allah da, onları unutmuş, rahmetinden kovmuştur. Onlar cimridirler. Yoksulların, kimsesizlerin yardımına koşmazlar. Zekât ve sadakalarını vermezler. Zekât vermeyen cemiyetlere, kuraklık, kıtlık, kavga, düşmanlık ve zulüm yağacağı gerçeğini kabul etmezler. Kibirlidirler, tevbe etmez onlar. Daima kötülüğü emredip iyiliğe mani olurlar.
Yüce Rabbimiz bu gerçeği de şöyle beyan ederler:
[…] Onlar kötülüğü emrederler, iyilikten vazgeçirmeye çalışırlar. Ellerini (cimrilikle sımsıkı) yumarlar. Onlar Allah’ı unuttular. O da onları unuttu […] ( Tevbe sûresi âyet, 67)
[…] Allah onlara karşı gazaplanmış, onları rahmetinden kovmuştur. (Fetih sûresi âyet, 6)
– Onlar, senenin onbir ayında mideden rahatsız olmadıkları halde, Ramazan ayı gelince ülsere yakalanırlar. Oruç tutmadıkları gibi açıkça oruç yiyerek müslümanların inançlarına saygısızlık ederler. Ramazan Bayramını da “Şeker Bayramı” adı altında kutlamaya kalkarlar. Onlara göre, Avrupa’nın gece kulüplerinde milyarları yedirenler millî geilre zarar vermez de, ömründe bir defa hacca gidenler millî geliri tüketirer.
– Onlar, müslümanların sıkıntılı günlerinde, sarsıntılı zamanlarında ortalığı karıştırarak küfür namına casuluk yaparlar. Müslümanları zayıf düşürmek, onlara baskı yapmak için fırsat kollarlar. Kur’an-ı Kerîm ifadesiyle, […] Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar […] (Münafikun sûresi âyet, 4). Daima müslümanların ayıp ve kusurlarını araştırırlar.
Kötü haberler yayarlar. (Ahzap sûresi âyet, 60). Bozgunculuk yaparlar. Fitne ve fesat çıkarırlar.
Yüce Allahımız, onların bu halini şöyle açıklar:
Kendilerine “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın” denildiği zaman, “biz ancak ıslah edicileriz” derler. Gözünü aç, şüphesiz onlar, bozguncuların ta kendileridir. (Bakara sûresi âyet, 11, 12)
– Ve kısaca onlar, yalan konuşurlar. Sözlerinde durmazlar. Emanete ihanet ederler. Münakaşa ve çekişmede haddi aşarlar.
Şanlı Peygamberimiz ﷺ bu hususta şöyle buyururlar:
“Münafıklığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan konuşur. Vaad ettiği zaman sözünde durmaz. Kendisine birşey emanet edildiği zaman ona hıyanet eder.” (Buharî, Müslim, Riyazüssâlihîn Terc., c. 2, Nu. 692)
O halde sevgili Müminler!
İslâm’ı içinden çökerten münafıklara karşı uyanık olmak ve onların oyununa gelmemek için kendimize çeki düzen verelim. Onlarla İslâmî ölçüler içinde mücadele edelim. Onları İslâm’a davet edelim. İslâm’a gelmedikleri sürece onları dost ve yardımcı kabul etmeyelim, güvenmeyelim. Onların karşısına îman, ibadet ve güzel ahlâkımızla tam ve örnek müslüman olarak çıkalım. Az ve öz, fakat her zaman doğru konuşalım. Çoluk çocuğumuzu münafıkların tesirinden uzak tutalım. Söz ve hareketlerimizde yalnız Allah rızasını gözetelim. Bilelim ki:
Allah, şüphesiz iman edenleri bilir, münafıkları da elbette bilir. (Ankebut sûresi âyet, 11)
بَشِّرِ الْمُنَافِقِينَ بِأَنَّ لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا
*
إِنَّ الْمُنَافِقِينَ يُخَادِعُونَ اللَّهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْ
وَإِذَا قَامُوا إِلَى الصَّلَاةِ قَامُوا كُسَالَىٰ يُرَاءُونَ النَّاسَ
وَلَا يَذْكُرُونَ اللَّهَ إِلَّا قَلِيلًا
قال رسول الله عليه الصلاة و السلام
انَّ الصِّدقَ يَهدي الى البِرّ وَانَّ البِرّ يَهدي الى الجَنَّة
وَانَّ الرَّجُلَ لَيَصدُقُ حتَّى يُكتَبَ عِندَ الله صِدِّيقاً
وَانَّ الكَذِبَ يَهدي الى الفُجُورِ وَانَّ الفُجورَ يَهدي الى النَّار
وانَّ الرَّجُل لَيَكذِب حَتَّى يُكتَبَ عِندَ الله كَذَّاباً
Muhterem Müslümanlar!
Peygamberler zincirinin son halkasını teşkil eden Hz. Resûlüllah ﷺ “Hira” ufuklarından Tevhid saçmaya başladığı zaman, bütün insanlığı karşısında buldu, neden?
O güne kadar herkesin sevgilisi olan ve: “El-Emîn” sıfatını taşıyan o büyük zata, akla, hayale gelmedik, işkenceler yapılmaya başlandı.
Niçin?
Çünkü o yüce Resûl ﷺ:
Allah’a kul, kula makbul olmak isteyenler, bir olan Allah’ın huzurunda baş eğmek zorundadırlar. Üstünlük, malla, mülkle, mevki ve makamla değil, îmanla, amalle, doğruluk ve fazîletle temin edilir. Kimse kimseye zulüm yapamaz, kimse kimsenin hakkına tecavüz edemez. Kimse iki yüzlülük, münafıklık gösteremez diye açıkca ilân ediyordu.
İşte bütün bunlar, haksızlıkta, zulümde, münafıklıkta zirveye ulaşmış Ebu Cehil ve Ebu Lehep’lerin keyfini bozuyor, bu yüzden -Tıpkı bugünkü münafıklar, kâfirler ve gâvurler gibi- bütün imkânlarıyla Resûlüllah’a hücum ediyorlar, onu yok etmek için plânlar hazırlıyorlar.
Ona hücum edildikçe o kuvvetleniyor, “Allah bir, Allah bir” aşkının nurdan alevleri gönüllerden gönüllere sıçrıyor, müslümanlar gün geçtikçe çoğalıyor;
Çünku o, Hakk’ın sönmeyecek nurudur. Ondaki nurun azametini îman gözlüğü takanlar görebiliyor. Yerde yürüyen küçücük bir karıncaya basarak öldürdüğü için oturup da ağlayan Hz. Ebu Bekir’ler gibi.
Aziz Müslümanlar!
Hepimiz, o yüce Peygamber’in ümmeti, o yüce İslâm dininin mensupları olduğumuzdan dolayı ne kadar iftihar etsek azdır. Fakat o büyük Resûlün ümmeti olup da, onun yolundan gidemeyen, “elhamdülillah müslümanım” deyip de, İslâm’ın emir ve yasaklarına sırt çevirerek münafıklar zümresine dahil olan zavallılara acımamak elden gelmiyor. Evet îman esaslarına inanmayan veya eksik inananlara kâfir, inanıp da keyfi amel etmiyenlere münafık denir. Çünkü Allah’ın emir ve yasakları müminlere birer emanettir. Onların mucibince amel edilmemesi ise emanete hiyanettir. Emanete hiyanet etmek de münafıklıktır. Dışı mümin, içi kâfir diye adlandırılan münafıkların cezası ise korkunçtur. Onları ancak Cehennem alevleri temizler. Zira Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur:
Şüphesiz münafıklar, Cehennemim en aşagı tabakasındadırlar. Kabil değil, onları (kurtarmaya) bir yardım edici de bulamazsın. (Nisâ sûresi âyet, 145).
Allah, erkek münafıklara da, kadın münafıklara da, kâfirlerle de -içinde ebedî kalıcı olmak üzere- Cehennem ateşini va’d etti. Bu onlara yeter. Allah onları rahmetinden kovdu. Onlara bitip tükenmeyen bir azap vardır. (Tevbe sûresi âyet, 68).
Muhterem Müminler!
Öyle bir cemiyet içinde yaşıyoruz ki, sanki her tarafımız münafıklarla doludur. Etrafımıza baktığımız zaman, manzaranın tüyler ürpertici olduğunu göreceksiniz.
Şöyle ki:
İslâm’ın kesin emirlerine omuz sikilip geçilmekte, müslümanlar çeşitli isimlerle parçalanmaktadır. Cinayetlerin, suistimallerin ardı arkası kesilmiyor. İçki, kumar ve zinâ alabildiğine çoğalmış. Kadınlar İslâm’ın emirleriyle alay edercesine açılıp saçılmakta. Mini eteklilerden, sinema skandallarından, güzellık kraliçelerinden bahseden basın, çığ gibi artmakta ve satılmaktadır. Gençliğin kafası türlü ahlâksızlıkla doldurulmakta, birçok müslümanların evlerinde namaz kılmak değil, kıblenin yönü dahi bilinmemektedir. Bir toplantıda içki içmediği, dansa iştirak etmediği takdirde gerici olacağına ve küçük görüleceğine inananlar artmış: Cum’a namazına gitmek istediği halde, mesai arkadaşlarının alay etmesi endişesiyle Cum’a namazını terkedenler sayılamıyacak kadar çoğalmıştır. Müslüman zenginler -yüzde biri müstesna- biraz da din uğruna fedakârlık yapmamaktadırlar.
Bütün bunlar İslâm’ın yasak ettiği şeyler değil midir? Müslümanım dediği halde bunları yapanlar emanete hıyanet etmiş, Allah’ın emir ve yasaklarını hiçe saymış olmazlar mı? Bu hal münafıklığa gitmez mi?
Bakınız Allah-ü Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de ne buyurur: Hakikat, münafıklar (akıllarınca) Allah’a oyun etmek isterler. Halbuki O, kendı oyunlarını başlarına geçirendir. Onlar namaza kalktıkları zaman üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar. Allah’ı (çok değil) azıcık zikrederler. (Nisâ sûresi âyet, 142)
Münafik erkekler de, münafık kadınlar da birbirinin (tamamlayıcı) parçasıdır. Onlar kötülüğü emrederler, iyilikten vazgeçirmeye uğraşırlar, ellerini (cimrilikle sımsıkı) yumarlar. Onlar Allah’ı unuttular. (O’na taatı bıraktılar). O da onları unuttu (onlara lütfunu terketti). Şüphesiz münafıklar fâsıkların ta kendileridir. (Tevbe sûresi âyet, 67)
Peygamberimiz ﷺ de hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar: “Münafıklığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan konuşur, vaad ettiği zaman sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiği zaman ona hiyanet eder.” (Buhâri, Müslim, R.S. Terc., c. 2, Nu. 692).
“Dört haslet vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kimse halis münafık olur. Bir kimsede bunlardan birisi bulunursa, bu huyu bırakıncaya kadar, o kimsede nifaktan bir parça vardır. Kendisine emniyet edilirse hiyanet eder; konuşurken yalan söyler; ahdederse sözünde durmaz, münakaşa ederse haddı tecavüz eder.” (Beyhâkî, Șuab’ul İman, s. 97).
Âyet-i kerimelere ve hadîs-i şerîflere dikkat edilirse, şu kimseler hep münafık olarak zikredilmektedir.
- Üşene üşene namaza kalkanlar: hiç kılmayanlar veya Cum’a ve Bayram namazcılarını siz düşünün.
- Başkaları görsün diye ibadet yapanlar.
- Kötülüğü emreden, iyilikten vazgeçirmeye çalışanlar. Meselâ: Camiye gideceğiniz sırada, yanınızdaki arkadaşın; bırak yahu Cenneti mı satın alacaksın demesi gibi.
- Din uğrunda cimrilik edenler.
- Dünya meşgalelerine iyice dalıp Allah’ı unutanlar.
- Yalan konuşanlar.
- Vaadini yerine getirmeyen, emanete hiyanet edenler.
- Münakaşa ve çekişmelerde haddi aşanlar.
Onun için Ey Müminler!
Sadece sözle müslüman olmayalım. Hareket ve taatlerimizle müslümanlığımızı isbat edelim. Münafıklar zümresine dahil olmaktan Allah’a ve Resûlüne sığınalım. Kendi ayıp ve kusurlarımızı bırakıp başkalarınınki ile uğraşmayalım. Çoluğumuza çocuğumuza İslâm’ın ulviyetini öğretmeyi ihmal etmiyelim.
Bilelim ki:
Müminler selâmette, münafıklar azabtadır.
إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الْأَسْفَلِ مِنَ النَّارِ وَلَن تَجِدَ لَهُمْ نَصِيرًا