بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
وَلَا تَقُولُوا لِمَن يُقْتَلُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ أَمْوَاتٌ ۚ بَلْ أَحْيَاءٌ وَلَٰكِن لَّا تَشْعُرُونَ
(Bakara, 154)
Hz. Peygamberin Bile Gıpta Ettiği Ünvan, Şehitkik
Aziz ve Muhterrem Müslümanlar!
İlk defa İslâm dini tarafından kullanıldığı için dini bir kimlik haline gelen şehitlik, yüce milletimizin de çok değer verdiği ve uğruna nice canlar feda ettiği bir kavramdır.
Şehitler günümüzün belirlenmesinde öne çıkan 18 Mart günü, 250.000’e yakın şehit verdikten sonra zafere ulaştırdığımız Çanakkale savaşlarını ve onun zaferini hatırlatan bir gündür. Tek bir savaşta bu kadar şehit veren başka bir milletin olmadığı kesindir. Burada önemli olan bizim milletimizin bu ayrıcalığını, vatan ve millet duyarlılığını iyice algılayabilmek ve onu genç nesillere kavratabilmektir. Şehitler günün kutlanmasından amaçlanan şeyin bu olduğu da son derece açıktır. Ama, bu kutlamaların gerekli duyarlılığa neden olabildiği çok net değildir. Bunun için hem dinimizin bu yoldaki ifadeleri hem de tarihimizin incelikleri hususunda her an bilgili ve bilinçli olma zorunlulugümuz vardır. Bu zorunluluk da öncelikle sayısını bilemediğimiz şehitlerimize karşı olan vefa borcumuzla ilgilidir.
Aziz Müminler!
Dinimize göre şehit, Allah’ın huzurunda diri olarak bulundurulup türlü nimetlere muhatap olacak ve Cennete girmesine başta Melekler olmak üzere her şeyin şahitlik edeceği kimsedir.
Kur’an-ı Kerimde şehit için söylenenlerden dolayı olsa gerektir ki bizim milletimiz bu mertebeyi hep değerli ve yüce kabul etmiştir.
Nisa suresinin 69. ayetinde, şehitlerden “ne güzel arkadaş” diye bahsedilmekte ve onların hep Peygamber protokolünde bulunacağı ifade edilmektedir.
Bakara suresinin 154. ayetinde de şöyle buyrulmaktadır. “Allah yolunda öldürülenlere sakın “ölü” demeyin. Zira onlar yaşıyorlar. Fakat siz bunu anlayamazsınız.”
Al-i İmran suresinin 168, 169, 170 ve 171. ayetlerinde de Yüce Allah şöyle buyuruyor. “Savaşa katılmayıp oturdukları yerden savaşa katılan kardeşleri hakkında “Bize uyup savaşa katılmasalardı öldürülmezlerdi” diyenlere ey Peygamber! De ki: “Eğer doğru sözlü insanlar iseniz, canlarınızı ölümden kurtarın bakalım.” Allah yonunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Tam aksine onlar yaşıyorlar ve Allah’ın lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli ve mutlu bir halde Rableri yanında rızıklara/nimetlere ulaşmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşleri için de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini yaşamaktadırlar…”
Değerli Müminler!
Şehitlik hususunda sevgili Peygamberimiz de şöyle buyuruyor: Cennete giren hiç kimse, yeryüzündeki bütün şeyler kendisinin olsa bile dünyaya tekrar geri dönmek istemez. Sadece şehittir ki, gördüğü izzet, ikram ve itibar sebebiyle, tekrar dünyaya dönmeyi ve defalarca şehit olmayı ister.
Allah’ın en seçkin kulu ve sevgilisi olmak gibi bir ayrıcalığı bulunan sevgili Peygamberimizin ; Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp şehit olmayı, diriltilip yine savaşarak şehit olmayı, tekrar diriltilip yeninden savaşarak şehit olmayı çok isterim demesi her halde her şeyi açıklamaya yeter.
Evet değerli müminler!
Pusulası bu ifadeler olan toplumların sırtının yere gelmeyeceğini bize kanıtlamış bulunan binlerce şehidimizi minnet ve rahmetle anarken onlara lâyık olmayı da yüce Mevlâ’dan niyaz ediyorum.
***
İslâm Ahlâkının İlkelerinden Biri de Yaşlıyla/Büyüğe Saygı Göstermektir
Aziz Müslümanlar!
İnkârı asla mümkün olmayan ilâhi kanunlardan biri de, her yeninin eskimesi, her gencin yaşlanması ve ömrünü tamamlayan her canlının ölmesidir.
Dünyaya gözlerini açarken zayıf, cılız ve korunmaya muhtaç olan insan da zamanla gelişip kendine yeter duruma geldikten sonra bu ilahi kanun gereğince yeniden korunmaya muhtaç hale gelmekte, yani yaşlanmaktadır. Önlenmesi asla mümkün olmayan bu biyolojik değişim sürecine işaret eden Kur’an-ı Kerim, bize gençliğin kıymetini bilmeye, yaşlılığa hazır olmaya ve yaşlılara gereken ilgiyi göstermeye davet edercesine şöyle diyor, “Ömrünü uzun yaptığımız/yaşlandırdığımız kimsenin yaratılışını/konumunu tersine çevirir, gücünü, kuvvetini azaltırız. Bu hususa hiç akılları ermiyor, idrakleri yetişmiyor mu?” (Yasin, 68).
Muhterrem Müminler!
İnsanlığın huzur ve mutluluğu için ahlâki prensipler koyan yüce dinimiz, yaşlılara saygıyı da bu prensipleri arasında saymış ve onların mutluluğunu sağlayacak, haklarını koruyacak hususlara riayet edilmesini uyanlarından istemiştir. Zaten bizim dinimiz, insan merkezli bir din olup bütün emir ve yasaklarını insanın yararı ve zararı çerçevesinde temellendirmektedir.
Durum böyle olunca da, insanların yokluklarına ve yalnızlıklarına ortak olmak, acı ve dertlerini dindirmeye çalışmak Müslümanlar olarak bizim her birimiz için bir görev oluyor demektir. İyi ve hayırlı insan olmamız da bu görevimizi yerine getirmeye bağlıdır.
Nitekim sevgili Peygamberimiz : İnsanların en iyisi/en hayırlısı insanlara en çok faydalı olandir; buyurmaktadır.
Bu bakımdan, toplumun bir gerçeği olan ve ilgiye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyan yaşlıların, toplumla diyalogunu diri tutmak, yalnız kalmalarını önlemek, hem sosyal hem de psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak bizim için hem dini hem de insani bir görevdir.
Bu bakımdan, toplumun bir gerçeği olan ve ilgiye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyan yaşlıların, toplumla diyalogunu diri tutmak, yalnız kalmalarını önlemek, hem sosyal hem de psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak bizim için hem dini hem de insani bir görevdir.
Örnek almakla yükümlü bulunduğumuz sevgili Peygamberimiz , yakın olsun olmasın, hatta Müslüman olsun olsun olmasın kendisinden yaşça büyük olanlara her zaman saygı göstermiş, onlara yardımcı olmaya ve ihtiyaçlarını gidermeye çalışmıştır.
Bir gün sevgili Peygamerimiz , arkadaşlarına bir şeyler anlatırken, kalabalık arasında yaşlı biri görüşmek için O’na yaklaşmaya çalıştığını gördü. Bu yaşlı kişiye yol açıp yer vermede biraz ağır davranan arkadaşlarının bu tavrı gözünden kaçmayan sevgili Peygamberimiz
, onları şu sözleriyle uyarmıştır. Küçüklerimize şefkat ve merhamet, büyüklerimize de saygı göstermeyen kimse bizden değildir.
Büyügünüz için ayağa kalkın; diyen sevgili Peygamberimiz , insan ilişkilerinde sevgi ve saygıyı da imanın, dolayısıyla Cennete girmenin bir vesilesi saymıştır.
Muhterrem Müslümanlar!
Unutmamalıyız ki, hepimiz birer yaşlı adayıyız. Bugünün gençleri isteseler de istemeseler de yarının yaşlıları olacaklardır. Geleceğin hesabını şimdiden yapmak bir akıllılık belirtisidir. Öyleyse geleceğimizi ve yaşlılığımızı garantiye almak için şimdiden tedbirler almalı ve yaşlılara karşı görevlerimizi hakkıyla yerine getirmeliyiz. Zira sevgili Peygamerimiz ; Herhangi bir genç, yaşından dolayı bir kimseye saygı gösterirse, yaşlandığında Allah da ona hizmet edecek kimseler var eder, buyurmaktadır.
Yine unutmamalıyız ki, yaşlılık, şu dünyanın süratle gelip geçici, insanın aciz ve biçare, ölümün inkâr götürmez bir gerçek, Yüce Allah’ın ebedi ve kudretinin de sonsuz olduğunun en açık bir kanıtıdır.
Öyleyse gereken dersleri çıkarıp ona göre yaşamaya gayret gösterelim.
***
Sevgili Peygamberimiz ve Çocuklar
Aziz Müslümanlar!
Çocuklara son derece derin bir sevgi ve şefkat besleyen sevgili Peygamberimiz , onları ciddiye alıp seviyelerine inmeyi ve problemlerini dinleyerek onlara rehberlik yapmayı ögütlemekle kalmamış, kendisi de bizzat bunu uygulayarak Müslümanlara örnek olmuştur.
O çocukları kucağına alır, öper ve okşar, çocukların gönlünü hoş etmek için de gayret sarf ederdi. O, hayattı boyunca çocukları hoş tutmuş ve onların isteklerini yerine getirmeye önem vermiştir. Namaz kılarken veya hutbe okurken bile tutumunu değiştirmeyen sevgili Peygamberimizin , secdede iken sırtına binen torunundan dolayı secdesini uzattığını kaynaklardan öğrenmekteyiz. Kızlarından Zeyneb’in kızı Ümame’yi namazda iken omzuna alan sevgili Peygamberimizin, kız erkek ayırımı yapmadan çocuklara sevgisini gösterdiğini biliyoruz.
Sevgili Peygamberimizin döneminde çocuklar da sosyal hayatın bir parçasıydı. Bayram namazının kılınacağı yere kadınlarla birlikte çocuklar da çıkar ve topluma karışırlardı. O, savaşlarda kadınların ve çocukların öldürülmesini özellikle isterdi. O, çocukların ekonomik yönden güçlü olmalarını, babasının malı varken onların muhtaç duruma düşmemeleri için gerekli önemleri de almıştır.
Malının tamamını bir sefer için bağışlayan Hz. Ebu Bekir’e – Çocuklarına ne bıraktın? sorusuyla Hz. Peygamber , çocuklarla ilgili duyarlılığını hemen ortaya koymuştur.
Sevgili Peygamberimiz çocukları savaşa sürme ve işlerde çalıştırma gibi yollarla asla sömürmeye müsaade etmemiş, Bedir seferine çıkarken Medine dışında ordusunu durdurmuş, çocuk yaşta olanları geri çevirmiştir.
O’nun çocuklarla ilgili en önemli özellıklerinden biri de kız çocuklarını erkek çocuklarla aynı statüye getirmesidir. Cahiliye döneminde aile için bir yük ve utanç vesilesi görülen kız çocukları, Peygamberimizle birlikte olması gereken yerde olmuşlardır. Hatta O, kız çocuğuna özel önem vermiş ve kız çocuğu yetiştirenleri özellikle övmüştür. Yine sevgili Peygamberimiz kız çocuğunu hakir görmeyi ve ona karşı kötü düşünmeyi yasaklamıştır.
Değerli Müslümanlar!
Sevgili Peygamberimiz savaş esirleri arasında bulunan çocukları bile düşünmeyi ihmal etmemiş ve onların anneleriyle birlikte kalmalarını sağlamıştır.
Yine sevgili Peygamberimiz , anne babanın çocuklarına eşit davranmasını bir görev, çocukların da bir hakkı olduğunu bildirmiştir.
O, Allah’tan korkun ve çocuklarınız arasında adaleti gözetin buyurarak.
Müslümanların bu konuda hassas olmalarını istemiştir. Mal paylaşımında veya cinsiyette ayırım yapıp adaletten sapılmasını zulüm olarak değerlendiren sevgili Peygamberimiz , ne mal ne de sevgi, şefkat ve ilgi hususunda herhangi bir ayırıma müsaade etmiştir.
Sevgili Peygamberimiz , yanında büyüyen amcasının oğlu Hz. Ali
, ile biricik kızı Hz. Fatıma’yi
, bilgide, edepte, dürüstlükte, çalışmada, ibadette, cesarette, efendilikte yetiştirdiği gibi bizim de O’nu örnek alıp kendi çocuklarımızı yetiştirmemiz bir görevdir, unutmayalım.