بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ
وَمَا مُحَمَّدٌ إِلَّا رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ ۚ أَفَإِن مَّاتَ أَوْ قُتِلَ انقَلَبْتُمْ عَلَىٰ أَعْقَابِكُمْ ۚ وَمَن يَنقَلِبْ عَلَىٰ عَقِبَيْهِ فَلَن يَضُرَّ اللَّهَ شَيْئًا ۗ وَسَيَجْزِي اللَّهُ الشَّاكِرِينَ
(Al-i İmran, 144)
Aziz ve Muhterem Müslümanlar!
Allah’a karşı edep ve saygının bir ifadesi olan şükür, verdiği sayısız nimetlere karşılık olarak insanın Allah’a minnettarlık duyması ve bunu hem söylem hem de eylemleriyle ortaya koyması demektir.
Kur’an birçok ayette Allah’a şükreden, yani elindeki maddi ve manevi değer ve kazanımların hepsini Allah’ın bir ikramı olarak bilen, bundan dolayı da Allah’a her an minnettarlık duyması gerektiğinin bilincinde olarak O’nu hep hamd ile anan ve kendisine verilmiş olan nimetleri gerektiğinde başkalarıyla paylaşabilen insanları över.
Değerli Müminler!
Dinimize gore şükür, bir emir ve bir kulluk görevidir. Şükür, nimeti verene bu ikramından dolayı teşekkür etmek demektir. Tabii ki bu teşekkürün kuru bir sözden ibaret olarak kalmaması, eldeki nimetlerin gerçek sahibinin Allah olduğuna gönülden inanılması ve onların Allah’ın rızasına uygun bir şekilde kullanılması gerekir.
Şükür bir nimetin karşılığı olduğuna göreher nimetin kendine uygun bir şükrü var demektir. Bundan dolayıdır ki dini kaynaklarda aklın, kalbin, dilin, bedenin ve ilmin şükründen söz edilmektedir.
Aklın şükrü Allah’ı tanımak ve bilmek, kalbin şükrü, onu Allah’a ortak koşma belirtilerinden temizlemek, dilin şükrü, Allah’ı hamd, tesbih, takdis, tenzih ve bolca anmak, bedenin şükrü, Allah’a ibadet etmek, ilmin şükrü de onu insanlığın yararına kullanmaktır.
Değerli Müslümanlar!
Kur’an, bir taraftan yapılan şükrün insanın kendi yararına olduğunu nankörlügün/şükretmemenin ise Allah’a hiçbir zarar vermeyeceğini ifade ederken diğer tarftan da “ve hatirlayin ki Rabbiniz size söyle bildirmisti: Yüceligim hakki için sükrederseniz elbette size (nimetimi) artiririm ve eger nankörlük ederseniz hiç süphesiz azabim çok siddetlidir” (İbrahim, 7); diyerek şükretmemenin insanı azaba sürükleyeceğini bildirmektedir.
Şükür, Allah’a karşı yapılması gereken bir davranış olduğu gibi insanların birbirlerine karşı minnettarlık duygularını belirtmek için de yapılması gereken bir davranıştır. Nitekim sevgili Peygamberimiz “İnsanlara teşekkür etmesini bilmeyen kimse Allah’a da şükretmez”. ”İnsanlar Allah’a ne kadar şükrederlerse, insanlar da o kadar şükrederler” buyurmaktadır. Buna göre Allah’a şükür ile insanlara teşekkür arasında bir paralellik olduğunu söyleyebiliriz. Bunca nimetine karşı Allah’a şükretmeyi beceremeyen kimsenin insanların az ve küçük denebilecek bir iyiliği karşısında teşekkürü nasıl becersin?
Aziz Müminler!
Dinimize göre azaptan kurtulmak için iki önemli şart vardır. Bunlardan biri iman diğeri de şükürdür. Nitekim Yüce Allah Nisa Suresinin 147. ayetinde „Eger sükreder ve iman ederseniz Allah size azabi ne yapar? Allah, sükredenlerin mükafatini veren ve her seyi bilendir.”, buyurak şükrün de iman gibi bir kurtuluş vesilesi olduğunu bildirmiştir.
Öyleyse iman etmeye önem verdiğimiz gibi şükretmeye de önem verelim ve şükrümüzü gerektiği şekilde yerine getirmeye gayret edelim.
***
Tevekkül Ne Demektir?
Aziz Müslümanlar!
Güvenmek, dayanmak, işi başkasına havale etmek gibi anlamlara gelen -tevekkül- dini bir terim olarak da “Meşru bir hedefe ulaşabilmek için elden gelen bütün çabayı harcadıktan sonra Allah’a dayanıp güvenmek ve işin sonuçlandırılması işini O’na bırakmak” demektir.
Tevekkül kelimesi Kur’an da 70 ayette geçer. Bu ayetlerde Allah’a sığınmanın, O’na güvenip dayanmanın ve ona bağlanmanın gerekli olduğu vurgulanmış, bunun da imanın bir gereği ve Allah’a teslimiyetin doğal bir sonucu olduğu bildirilmiştir. Ali İmran suresinin 159. ayetinde de herhangi bir işe karar verilirse ancak bütün sebeplere başvurulduktan sonra tevekkülün söz konusu olabileceği ifade edilmiştir.
Bu anlamdaki bir tevekkül Kur’an’da „Ve onu ummadigi yerden riziklandirir. Kim Allah’a güvenirse O, ona yeter. Allah, emrini yerine getirendir. Allah her sey için bir ölçü koymustur.” (Talak, 3); „Allah, kuluna kâfi degil midir? Durmuslar da seni O’ndan baskalariyla korkutuyorlar. Her kimi ki Allah sasirtirsa, artik ona hidayet edecek yoktur.” (Zümer, 36) şeklinde ifadelendirilmiştir.
Ayrıca, Nahl suresinin 99. ayetinde de “Süphesiz ki iman edip de Rablerine tevekkül edenler üzerinde o seytanin hiçbir nüfuzu yoktur.” buyrularak şeytanın insanlara karşı kullanmak istediği güç ve kuvvetin, onların iman ve tevekküleri sayesinde sonuçsuz kalacaği ifade edilmiştir.
Aziz Müminler!
Tevekkül kavramı zaman içinde Kur’an daki anlamını kaybederek en çok istismara uğrayan bir kavram haline gelmiştir. Tevekkül günümüzde de ne yazık ki, asıl anlamının dışına çekilerek oldukça yaygın bir biçimde, kişinin kendi sorumluluğunu Allah’ın üzerine yıkmasının, tembelliğin ve hareketsizliğin meşrulaştırılmasının bir aracı olarak kullanılmaktadır. Oysa tevekkül hiçbir zaman uyuşukluk ve hareketsizliğin bir mazereti değil, tam aksine bütün güçlüklerine rağmen işlerimizi Yüce Allah’a olan samimi güven ve imanımızın bir göstergesidir. Tevekkül, sevgili Peygamberimizin hadislerinde de “Önce deveni bağla sonra Allah’a tevekkül et” şeklinde formüle edilmiştir.
Kur’an, hadis ve bu iki kaynağı en iyi şekilde anlayan nesil olan ashâbın hayatı incelendiği zaman da görülür ki tevekkül, hareket ve faaliyeti terk etmek değil, aksine öncelikle kişinin kendisine verilen seçme hürriyeti ve iradesini kulluandıktan sonra ilâhî iradeye sığınması ve O’na bağlanması demektir. Böyle anlaşılmayan bir tevekkülü ise İslâm diniyle bağdaştırmak asla doğru değildir.
Öyleyse değerli Müminler!
Bizler de dikkatli olmalı ve tevekkülü doğru bir şekilde anlamalı ve anlatmalıyız. Başarısızlıklarımızı da asla yüce dinimize fatura etmemeliyiz.
***
İnsanliğin Ortak Paydası İbadetler
Muhterem Müslümanlar!
Günümüz insanı sosyal bütünleşme husunda sorunlar yaşamaktadir. Özellikle hızlı sosyal değişim yaşayan toplumlarda sosyal bütünleşme sorunu daha da öne çıkmaktadır. Bu durum da dinin toplumsal bütünleşmeyi sağlayıcı rolünün önemini artımaktadır.
Francis Bacon “Din, insan toplumunun en ğüçlü bağıdır” derken dinin bu anlamdaki rolüne işaret etmek istemiştir. Yani, ortak inançlar sosyalleşmeyi ve bütünleşmeyi sağlayan en önemli unsurlardır diyebiliriz.
Her dinin, uyanlarınca paylaşılan ortak bir tutumu, bir dünya görüşünü ve bir hayat anlayışını beraberinde getirdiği artık bilinen bir husustur. Hemen bütün dinlerde dinî görevlerin kolektif bir bilinç oluşturduğunu da biliyoruz. Bu kolektif bilinç de bir taraftan bireyselciliğin zararlarını en aza indirirken diğer taraftan dayanışma ve bağlılık duygularını geliştirmektedir.
Sosyologlara göre ibadet olmadan, yani dinin pratiğe yansıması olmadan varlığını, sürdürebilmesi mümkün değildir.
Bu duruma göre ibadetler hem dinin varlığını ayakta tutmakta hem de insanlar arasında birlik şuuru uyandırmaktadır. Çağdaş insanın duygusal gerginliğinin temel konularından birisi kalabalıklar içinde yapayalnız olma durumudur. İbadetler kişiyi Allah’a olduğu kadar diğer insanlara da yakınlaştırmakta ve onu bu yapayalnızlık duygularından kurtarmaktadır.
Muhterem Müminler!
En son ve en mükemmel din olan İslâm dininin ibadetleri de toplumsal bütünleşmede en büyük role sahiptir. Zekât ve sadaka gibi malî ibadetler ile hem malî hem de bedenî ibadet olan hac ve cemaatle kılınan namazlar birleşme ve bütünleşmenin en canlı tablolarıdır.
Meselâ, İslâm’ın temel ibadetlerinden biri olan namaz, cemaat/toplu olarak kılındığı zaman aynı saftaki Müslüman’ı sosyal ve siyasî eşitliğe, evrenselliğe, kardeşliğe, kardeşleriyle ilgilenmeye ve onları desteklemeye hazırlar. Bir hayat ve disiplin programı olan namaz ayrıca zamanı bölümlere ayırarak Müslüman’ı sağlıklı bir iş bölümü yapmaya teşvik eder. Sabah’ın erken saatlerinde namaz kılmak için uyanan kimsenin namazdan sonra yatmayarak hayat serüvenine erken başlama imkânı bulur. İslâm dininin topluluğu en büyük olan hac ibadeti ise sosyal bütünleşmenin de en büyük aracıdır.
Hiç şüphesiz bütün bunlar sosyal bütünleşmeyi sağlarken insanların yalnızlığına da çare olmaktadır. Ancak dinin dışavurumu olan ibadetlerin ihmal edilmemesi esastır. Bizi en iyi bilen bizi yaratan olduğuna göre O’nun gösterdiği yolu takip etmek ve kulluk bilinciyle yaşamak bizim için en doğru yoldur.
Mutluluğumuzun buna bağlı olduğunu da asla göz ardı etmemeliyiz.